context
stringclasses 691
values | question
stringlengths 9
176
| answers
dict |
---|---|---|
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | İnme nedir? | {
"answer_start": [
85
],
"text": [
"nörolojik defisit"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | Dünya Sağlık Örgütü'ne göre inme nasıl tanımlanır? | {
"answer_start": [
182
],
"text": [
"vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | İnmenin tanımında dışlanan durumlar nelerdir? | {
"answer_start": [
391
],
"text": [
"primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | İnmenin alt tipleri nelerdir? | {
"answer_start": [
565
],
"text": [
"iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK)"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | İnme, Amerika Birleşik Devletleri'nde ölüm nedenleri arasında kaçıncı sıradadır? | {
"answer_start": [
753
],
"text": [
"3."
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | İnme, ABD'de hangi cinsiyetler arasında morbiditenin en önde gelen sebebidir? | {
"answer_start": [
704
],
"text": [
"hem erkek hem de kadınlar"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | ABD'de her yıl yaklaşık kaç inme vakası görülmektedir? | {
"answer_start": [
837
],
"text": [
"700.000"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | ABD'de inme vakalarının önemli bir kısmı nasıl seyretmektedir? | {
"answer_start": [
906
],
"text": [
"fatal"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | İnme sonrası hangi tür nörolojik defisit meydana gelir? | {
"answer_start": [
59
],
"text": [
"akut"
]
} |
İnme, vasküler bir olay nedeniyle santral sinir sisteminde akut olarak meydana gelen nörolojik defisit olarak tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımlamaya göre ise; vasküler nedenler dışında görünür bir neden olmaksızın, fokal serebral fonksiyon kaybına ait belirti ve bulguların hızla yerleşmesi ile karakterize, 24 saatten uzun süren klinik bir sendromdur. Bu tanıma göre primer beyin tümörü, metastatik beyin tümörü, nöbet sonrası oluşan palsi, subdural kanama ve geçici iskemik atak (TİA) ve subdural kanama dışlanmaktadır. İnmenin alt tipleri iskemik inme, intrakraniyal kanama (İK) ve subaraknoid kanama (SAK) şeklinde tanımlanmaktadır. İnme, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) hem erkek hem de kadınlar arasında ölümün en sık 3. nedeni iken, aynı zamanda morbiditenin en önde gelen sebebidir. Her yıl yaklaşık 700.000 inme vakası görülmekte olup bu vakaların önemli bir kısmı da fatal seyretmektedir. | İnme ne kadar süre boyunca süren bir sendromdur? | {
"answer_start": [
331
],
"text": [
"24 saatten"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | Beyin hangi arterler vasıtasıyla beslenir? | {
"answer_start": [
45
],
"text": [
"karotis ve vertebral"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | Beynin kanlanması büyük oranda hangi arter vasıtasıyla olur? | {
"answer_start": [
128
],
"text": [
"arteria carotis interna (ICA)"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | Hangi yapılar vertebral arter tarafından beslenir? | {
"answer_start": [
182
],
"text": [
"oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | Arteria carotis communis (CCA) kaçıncı servikal vertebral düzeyine kadar yükselir? | {
"answer_start": [
450
],
"text": [
"4."
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | Arteria carotis externa (ECA) hangi yapıları besler? | {
"answer_start": [
648
],
"text": [
"tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | ICA, hangi kanala girer? | {
"answer_start": [
739
],
"text": [
"karotis kanalı"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | ICA'nın çıktığı kavernöz sinüs sonrası ilerlediği yaprak nedir? | {
"answer_start": [
816
],
"text": [
"duramater"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | ICA'nın verdiği dallar nelerdir? | {
"answer_start": [
909
],
"text": [
"anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA)"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | CCA, tiroid kartilaj düzeyinde kaç dala ayrılır? | {
"answer_start": [
586
],
"text": [
"iki dala"
]
} |
Beyin, arcus aorta ve onun dallarından çıkan karotis ve vertebral arterler vasıtasıyla beslenir. Beynin kanlanması büyük oranda arteria carotis interna (ICA) vasıtasıyla olur, ancak oksipital lob, talamus, beyin sapı ve serebellum gibi yapılar vertebral arter tarafından beslenir. ICA, arteria carotis communis’in (CCA) bir dalı olup sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılırken sağdan truncus brachiocephalicus denen arterden ayrılır. CCA, 4. servikal vertebral düzeyine kadar yükselip herhangi bir dal vermezken bu seviyenin üstünde yaklaşık olarak tiroid kartilaj düzeyinde iki dala ayrılır. Bu dallardan arteria carotis externa (ECA), tiroid bezi, yüz, scalp ve dura mater gibi yapıları besler. ICA ise kafa tabanında bulunan karotis kanalına girer ve çıktıktan sonra kavernöz sinüs içerisinde ilerler, duramater yaprağını delerek subaraknoid mesafeye ulaşır. Chiasma opticum’un yanından çıkarak anterior serebral arter (ACA) ve orta serebral arter (MCA) dallarını verir. | Arteria carotis communis (CCA), sağ tarafta hangi arterden ayrılır? | {
"answer_start": [
395
],
"text": [
"truncus brachiocephalicus"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Vertebral arter hangi sistemi oluşturur? | {
"answer_start": [
17
],
"text": [
"vertebrobaziler"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Vertebral arter sağdan hangi arterden ayrılır? | {
"answer_start": [
78
],
"text": [
"truncus brachiocephalicus"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Vertebral arter sol taraftan hangi arterden ayrılır? | {
"answer_start": [
170
],
"text": [
"subklavyen arter"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Vertebral arter, serebellumun alt kısmını besleyen hangi dalı verir? | {
"answer_start": [
231
],
"text": [
"posterior inferior serebellar arter (PICA)"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Vertebral arterler birleşerek hangi arteri oluşturur? | {
"answer_start": [
25
],
"text": [
"baziler"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Baziler arter, beyin sapının hangi bölümünü sulayan dallar verir? | {
"answer_start": [
481
],
"text": [
"ön orta"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Baziler arterden ayrılan dallar nelerdir? | {
"answer_start": [
631
],
"text": [
"anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Baziler arter hangi arterden sonra sonlanır? | {
"answer_start": [
729
],
"text": [
"posterior serebral arteri (PCA"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Willis poligonu neyi sağlar? | {
"answer_start": [
880
],
"text": [
"beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz"
]
} |
Vertebral arter, vertebrobaziler sistemi oluşturan arterdir. Bu arter, sağdan truncus brachiocephalicus adlı arterden, sol taraftan direkt olarak arcus aorta’dan ayrılan subklavyen arterden ayrılır. Daha sonra, intradural mesafede posterior inferior serebellar arter (PICA) dalını verir. Bu arter, serebellumun alt kısmını besler. Subaraknoid aralığa girdikten sonra her iki vertebral arter bulbus ön yüzünde birleşerek baziler arteri meydana getirir. Baziler arter, beyin sapının ön orta bölümünü sulayan kısa perforan dallar ve beyni çevreleyen sirkümferensiyel dallar verir. Bu sirkümferensiyel dallar, baziler arterden ayrılıp anterior inferior serebellar arter (AICA) ve superior serebellar arter adını alır. Baziler arter, posterior serebral arteri (PCA) verdikten sonra sonlanır. PCA, posterior kominikan arter aracılığı ile karotis sistemine bağlıdır. İntrakranial alanda beynin kanlanmasını sağlayan karotis sistemi ve vertebrobaziler sistemi birbirine bağlayarak aralarında anastomoz sağlayan yapı Willis poligonudur. Bu bağlantılar, bir damarın tıkanıklığında dolaşımın devam etmesine katkıda bulunurlar. | Willis poligonu, hangi durumda dolaşımın devam etmesine katkıda bulunur? | {
"answer_start": [
1044
],
"text": [
"bir damarın tıkanıklığında"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Geniş damar aterosklerozu nedir? | {
"answer_start": [
50
],
"text": [
"etiyolojik faktör"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Ateroskleroz hangi damarlarda meydana gelebilir? | {
"answer_start": [
103
],
"text": [
"ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması neye sebep olabilir? | {
"answer_start": [
308
],
"text": [
"infarkt"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu neye neden olur? | {
"answer_start": [
308
],
"text": [
"infarkt"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Geniş damar aterosklerozu en çok hangi bölgelerde görülür? | {
"answer_start": [
460
],
"text": [
"ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Hangi durumda infarkt gelişimi için yüksek risk kabul edilir? | {
"answer_start": [
610
],
"text": [
"%70’in üzerinde darlık"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | İnme gelişimini önlemek için hangi işlem uygulanabilir? | {
"answer_start": [
701
],
"text": [
"Karotis endarterektomi"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Ateroskleroz kaynaklı infarktı göstermek için hangi görüntüleme yöntemleri kullanılır? | {
"answer_start": [
860
],
"text": [
"doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Diğer etyolojik faktörleri dışlamak neyi destekler? | {
"answer_start": [
12
],
"text": [
"ateroskleroz"
]
} |
Geniş damar aterosklerozu, olguların çoğunluğunda etiyolojik faktör olarak bilinmektedir. Ateroskleroz ekstrakranial veya intrakranial büyük damarlarda meydana gelebilir. Lümeni daraltacak aterom plağının oluşması ve bu plaktan kaynaklanan trombüs oluşumu kollateral damarların da yeterli olmaması durumunda infarkt meydana gelmesine sebep olur. Trombüs veya aterom plağının distale embolizasyonu da infarkt gelişimine neden olur. Bu tip lezyonlar çoğunlukla, ana carotis’in bifurkasyon noktasında veya vertebral arterin ilk ve dördüncü segmenti ile baziler arterin ilk segmentinde daha çok görülür. Özellikle %70’in üzerinde darlık olması infarkt gelişimi için yüksek risk olarak kabul edilmektedir. Karotis endarterektomi gibi bir işlem ile bu düzeyde darlıklarda uygulandığında inme gelişimi önlenebilir. İnfarktın ateroskleroz kaynaklı olduğunu göstermede doppler ultrasonografi, anjiografi ve MRG anjiografi gibi görüntüleme yöntemleri yardımcıdır. Diğer etyolojik faktörleri dışlamak da etyolojinin ateroskleroz olduğu kanısını destekler. | Aterom plağının distale embolizasyonu neyi tetikleyebilir? | {
"answer_start": [
308
],
"text": [
"infarkt"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarkt nedir? | {
"answer_start": [
88
],
"text": [
"küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarktın en büyük infarkt çapı ne kadar olarak kabul edilmektedir? | {
"answer_start": [
311
],
"text": [
"15-20 mm"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarkt hangi tür bulgular oluşturabilir? | {
"answer_start": [
354
],
"text": [
"motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarktın ortaya çıkarabileceği bulgular neye bağlı olarak değişmektedir? | {
"answer_start": [
453
],
"text": [
"lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarkt hangi hastalarda daha sık görülmektedir? | {
"answer_start": [
632
],
"text": [
"ileri yaştaki hastalarda"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarkt için hangi etiyolojik faktörler dışlanmalıdır? | {
"answer_start": [
698
],
"text": [
"kardiyoembolizm veya ateroskleroz"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Talamus tutulumunda hangi tür semptomlar görülür? | {
"answer_start": [
767
],
"text": [
"duyusal semptomlar"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Capsula interna tutulumunda hangi bulgular görülür? | {
"answer_start": [
354
],
"text": [
"motor"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarkt çoğu zaman nasıl bir gidişata sahiptir? | {
"answer_start": [
869
],
"text": [
"iyi"
]
} |
Küçük damar oklüzyonu (laküner infarkt) diğer bir etiyolojik sınıftır. Laküner infarkt, küçük ve derin yerleşimli olan arterlerde meydana gelen oklüzyon sonucu ortaya çıkan küçük lezyonlardır. Kollaterallerin zayıf olması nedeniyle oklüzyon durumunda infarkt çoğunlukla gelişmekle beraber en büyük infarkt çapı 15-20 mm olarak kabul edilmektedir. Sadece motor, sadece duyusal, konuşma bozuklukları veya kombine bulgular oluşturabilir. Oluşacak bulgular lezyonun meydana geldiği beyin bölgesinin motor veya duyu liflerinden yoğunluğuna bağlı olarak değişmektedir. Asemptomatik olarak da tespit edilebilmektedir. HT ve DM tanısı olan ileri yaştaki hastalarda daha sık görülmektedir. Sebep olabilecek kardiyoembolizm veya ateroskleroz dışlanmalıdır. Talamus tutulumunda duyusal semptomlar, capsula interna tutulumunda motor bulgular görülür. Laküner infarktlar çoğu zaman iyi bir gidişata sahiptir. | Laküner infarkt nasıl tespit edilebilmektedir? | {
"answer_start": [
563
],
"text": [
"Asemptomatik"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | İnme tanısını koymada en önemli basamaklar nelerdir? | {
"answer_start": [
0
],
"text": [
"Öykü ve fizik muayene"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | İnme hikâyesinde en önemli özellik nedir? | {
"answer_start": [
98
],
"text": [
"akut başlangıçtır"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | Fizik muayenede saptanabilen belirtiler ve bulgular nelerdir? | {
"answer_start": [
134
],
"text": [
"konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | Semptomların ne zaman başladığını bilmek neden önemlidir? | {
"answer_start": [
377
],
"text": [
"tromboliz gibi tedavilerin uygulanması"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | İskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak için neye ihtiyaç duyulur? | {
"answer_start": [
560
],
"text": [
"nörogörüntüleme"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | İki inme şekli de kendini nasıl gösterir? | {
"answer_start": [
613
],
"text": [
"akut başlayan fokal defisit"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | Hemorajik inmede klinik tablo nasıl kötüleşebilir? | {
"answer_start": [
740
],
"text": [
"hematomun büyümesi"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | İnme tanısında hangi tür başlangıç önemlidir? | {
"answer_start": [
98
],
"text": [
"akut"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | Öykü ve fizik muayene ile hangi iki inme tipi arasında ayrım yapmak zordur? | {
"answer_start": [
478
],
"text": [
"iskemik inme ile hemorajik inme"
]
} |
Öykü ve fizik muayene, inme tanısını koymada en önemli basamaklardır. Hikâyede en önemli özellik, akut başlangıçtır. Fizik muayenede, konuşma bozukluğu ve kol-bacak güçsüzlüğü, fasial güçsüzlük, yüzde, kol ve bacakta parestezi, baş ağrısı, baş dönmesi, disfaji, dizartri, yürüme bozukluğu saptanabilen belirti ve bulgulardır. Semptomların ne zaman başladığını bilmek özellikle tromboliz gibi tedavilerin uygulanması açısından çok değerlidir. Öykü ve fizik muayene aracılığı ile iskemik inme ile hemorajik inme arasında kesin ayrım yapmak mümkün olmadığı için, nörogörüntülemeye ihtiyaç duyulur. İki inme şekli de akut başlayan fokal defisit ile kendini gösterir. Bu anlamda tam olarak ayrılması zordur. Hemorajik inme de bazen klinik tablo hematomun büyümesi ile hızlıca kötüleşebilir. | Hangi tedavilerin uygulanması açısından semptomların başlangıç zamanı önemlidir? | {
"answer_start": [
377
],
"text": [
"tromboliz"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | TKS nedir? | {
"answer_start": [
5
],
"text": [
"günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | TKS hangi konularda bilgi sağlar? | {
"answer_start": [
126
],
"text": [
"Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | TKS hangi durumlarla ilgili bilgi verir? | {
"answer_start": [
354
],
"text": [
"Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | Bazı ilaçların kullanımı neden TKS takibi gerektirir? | {
"answer_start": [
495
],
"text": [
"TKS üzerinde bazı değişiklikler"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | TKS parametreleri nelerdir? | {
"answer_start": [
636
],
"text": [
"ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | TKS parametreleri hangi faktörlerden etkilenir? | {
"answer_start": [
1074
],
"text": [
"yaş, cinsiyet"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | TKS testi hangi hücrelerin üretimi hakkında bilgi verir? | {
"answer_start": [
75
],
"text": [
"Tüm kan hücrelerinin"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | Oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili hangi TKS parametreleri bilgi sağlar? | {
"answer_start": [
126
],
"text": [
"Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct)"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | TKS ile hangi immün sistem hücresinin durumu hakkında bilgi alınır? | {
"answer_start": [
295
],
"text": [
"beyaz küre"
]
} |
TKS, günlük pratikte en sık kullanılan laboratuvar testlerinden birisidir. Tüm kan hücrelerinin üretimi hakkında bilgi verir. Kırmızı kan hücreleri (RBC), hemoglobin (Hgb), hematokrit (Hct) gibi parametrelerle oksijen taşıma kapasitesiyle ilgili, platelet sayısı ile hemostaz durumuylailgili ve beyaz küre (WBC) ile immün sistem ile ilgili bilgi sağlar. Anemiler, neoplaziler, enfeksiyonlar, allerji, kanama bozuklukları, immün yetmezlik durumları ile ilgili bilgi verir. Ayrıca, bazı ilaçların TKS üzerinde bazı değişiklikler oluşturur. Bundan dolayı bu tip ilaçların kullanımında TKS takibi yapılır. Yukarıdaki parametreler haricinde ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobin miktarı (MCH), eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC), Eritrositlerin Büyüklüklerine Göre Dağılım Genişliği (RDW), ortalama platelet hacmi (MPV), platelet dağılım genişliği (PDW), platokrit (Pct), bazofil sayısı, monosit sayısı, nötrofil sayısı, eozinofil sayısı, lenfosit sayısı ve bu hücrelerin yüzdeleri hakkında bilgi sağlar. TKSparametreleri; yaş, cinsiyet gibi faktörlerden etkilenmektedir. | Hangi TKS parametresi hemostaz durumu hakkında bilgi verir? | {
"answer_start": [
247
],
"text": [
"platelet sayısı"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Sinir sistemi hangi kökenden gelişmeye başlar? | {
"answer_start": [
69
],
"text": [
"ektoderm"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Nöral tabaka nasıl oluşur? | {
"answer_start": [
90
],
"text": [
"Ektodermin kalınlaşmasıyla"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Nöral oluk nasıl oluşur? | {
"answer_start": [
380
],
"text": [
"silindir şeklinde kapanır"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Nöral plağın rostral kısmı neyi oluşturur? | {
"answer_start": [
458
],
"text": [
"serebrum ve serebellum"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa ne ad verilir? | {
"answer_start": [
594
],
"text": [
"sulkus limitans"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Medulla spinalisin dorsal ve ventral kısmında oluşan plaklar nelerdir? | {
"answer_start": [
729
],
"text": [
"bazal plaklar"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Alar ve bazal plaklar hangi liflerle ilişkilidir? | {
"answer_start": [
838
],
"text": [
"afferent ve efferent"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Cornu posterior'da yer alacak gri cevher nereden oluşur? | {
"answer_start": [
965
],
"text": [
"hücre gövdeleri"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Gri cevherdeki hücreler hangi fonksiyona sahiptir? | {
"answer_start": [
1006
],
"text": [
"motor"
]
} |
Embriyojenik dönemin üçüncü haftasında başlamakta olan sinir sistemi ektoderm kökenlidir. Ektodermin kalınlaşmasıyla nöral tabaka oluşmaya başlar. Nöral plaktan ise orta hatta nöral katlantı ve her iki yanda kabartı şeklinde nöral krestler oluşmaya başlar. İşte bu oluşan nöral oluk, lateralinde yükselti olarak bulunan nöral katlantıların mediale doğru yaklaşarak birleşmesi ile silindir şeklinde kapanır ve nöral tüpü oluşturur. Nöral plağın rostral kısmı serebrum ve serebellumu oluştururken kalan kaudal kısmı medulla spinalisi oluşturacaktır. Medulla spinalisin duvarında oluşan sığ oluğa sulkus limitans adı verilmekte olup bu oluk dorsal ve ventral kısma ayırmaktadır. Dorsal kısımda oluşan alar ve ventral kısımda oluşan bazal plaklar medulla spinalisin gelişmesi esnasında uzunlamasına çıkıntılar oluşturur. Bu plaklar sırasıyla afferent ve efferent lifler ile ilişkili olacaktır. Cornu posterior’da yer alacak olan gri cevher, alar plakta bulunmakta olan hücre gövdelerinden oluşmaktadır. Bunlar motor fonksiyona sahip hücrelerdir. Bu nöronlardan çıkacak olan çeşitli akson demetleri (traktus ve funikuluslar) beyaz cevheri oluşturacaktır. | Beyaz cevheri oluşturan yapı nedir? | {
"answer_start": [
1078
],
"text": [
"akson demetleri"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtiker kelimesi hangi dilden gelmektedir? | {
"answer_start": [
28
],
"text": [
"Latince"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtiker kelimesinin kökeni hangi bitkiden gelmektedir? | {
"answer_start": [
55
],
"text": [
"ısırgan otu"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtika (urtica) lezyonları neye benzemektedir? | {
"answer_start": [
186
],
"text": [
"pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonlar"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtika (urtica) lezyonları nasıl tanımlanır? | {
"answer_start": [
233
],
"text": [
"papül ve plak şeklinde"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtiker, hangi tür bir reaksiyondur? | {
"answer_start": [
513
],
"text": [
"kutanöz vasküler"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtikerin süresi ne kadar olabilir? | {
"answer_start": [
491
],
"text": [
"24 saatten"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Altı haftadan kısa süren klinik tablolar ne olarak adlandırılır? | {
"answer_start": [
589
],
"text": [
"akut ürtiker"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Kronik ürtiker, kaç hafta süren klinik tablolarda görülür? | {
"answer_start": [
548
],
"text": [
"Altı"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtikerin karakteristik rengi nedir? | {
"answer_start": [
186
],
"text": [
"pembe-kırmızı"
]
} |
Ürtiker kelimesinin kökeni, Latince bir kelime olan ve ısırgan otu anlamına gelen “Urtica dioica”dan gelmektedir. “Urtica dioica” temas ettiği deride; kısa sürede ortaya çıkıp kaybolan, pembe-kırmızı renkte, genellikle çok kaşıntılı papül ve plak şeklinde lezyonların oluşmasına neden olmakta ve bu lezyonlara “ürtika (urtica)” adı verilmektedir. Ürtiker; eritemli, deriden kabarık, genellikle kaşıntılı, yüzeyel dermisi tutan, kırmızı-pembe renkte, sınırları belirgin, ödemli ve genellikle 24 saatten kısa süren kutanöz vasküler bir reaksiyondur. Altı haftadan kısa süren klinik tablolar akut ürtiker, altı hafta ya da daha uzun süren klinik tablolar ise kronik ürtiker olarak adlandırılır. | Ürtika (urtica) neye temas ettiğinde lezyonlara neden olur? | {
"answer_start": [
143
],
"text": [
"deri"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Psikolojik stresin neyi bilinir? | {
"answer_start": [
19
],
"text": [
"KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Stres hangi hormonların düzeylerini etkiler? | {
"answer_start": [
89
],
"text": [
"kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S)"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Kronik spontan ürtiker hastalarında DHEA-S düzeyleri nasıl bir farklılık gösterir? | {
"answer_start": [
324
],
"text": [
"daha düşük"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Ürtikerin akut ataklarında hangi tedavi yöntemi kullanılır? | {
"answer_start": [
477
],
"text": [
"kortikosteroidler"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeyleri nasıldır? | {
"answer_start": [
611
],
"text": [
"beklenenden düşük"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Steroid hormonlar ve D vitamini hangi yapıdan sentezlenir? | {
"answer_start": [
736
],
"text": [
"kolesterol"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasındaki ilişki nasıldır? | {
"answer_start": [
1086
],
"text": [
"ters"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | DHCR7 enzimi neyi belirler? | {
"answer_start": [
917
],
"text": [
"kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında nasıl bir ilişki vardır? | {
"answer_start": [
1086
],
"text": [
"ters"
]
} |
Psikolojik stresin KSÜ’yü tetiklediği ve/veya alevlendirdiği bilinmekle beraber, stresin kortizol ve dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerini de etkilediği bilinmektedir. Bununla birlikte, bazı çalışmalarda kronik spontan ürtiker hastalarında dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEA-S) düzeylerinin kontrol grubuna göre daha düşük olduğu ve kortizol düzeylerinin de değişkenlik gösterdiği bildirilmiştir. Ürtikerin akut atakları sırasında ve şiddetli olguların tedavisinde kortikosteroidler kullanılmakta ve iyi yanıt alınmaktadır. Ayrıca yine kronik spontan ürtiker hastalarının D vitamini düzeylerinin de beklenenden düşük olduğu ve D vitamini tedavisine de kısmen yanıt verdikleri gösterilmiştir. Steroid hormonlar ve D vitamini kolesterol yapısından sentezlenmektedir. Kolesterol düzeyleri ile D vitamini arasında da ilişki olduğu gösterilmiştir. 7-dehidrokolesterol redüktaz (DHCR7), kolesterol öncüllerinin kolesterol sentezine mi yoksa D vitamini sentezine mi gideceğini belirleyen ana kontrol enzimlerinden birisidir. Serum DHCR7 düzeyleri ile D vitamini düzeyleri arasında ters bir ilişki olduğu gösterilmiştir. Kortizolün epidermal keratinositlerden de sentezlendiği ve doku hasarı ile salınan interlökin (IL) -1 tarafından epidermisteki kortizol üretiminin indüklendiği gösterilmiştir. | Kortizolün üretimi epidermiste hangi faktör tarafından indüklenir? | {
"answer_start": [
1208
],
"text": [
"interlökin (IL) -1"
]
} |